8. BÖLÜM
8. ❝BİR KURŞUN MESAFESİ.❞
Ağlamayı kesene kadar parlayacaksın. Çünkü artık tek ışıltın, gözyaşlarının parıltısı.
Deren'in bana sarılması, kızıyla konuşmasından daha uzun sürdü. Donmuş gözyaşlarım, tek ışıltım olarak parlıyordu. Kalp atışları, şaşkın sarılmasının arkasından gürlüyordu. Elleri sırtımı sertçe tutuyordu, ancak bir şeyler kaybetmiş birisinin anlayabileceği kadar sıkı ve sertçe... Kızımdan böyle bir arama almış olsaydım duvarların arasından çıkan bir canavara bile sarılırdım. Bu yüzden bana sarılan vücudunu itmedim.
Ama saniyelerden sonra o da bana sarıldığını fark edebildi, bunu kolları hafifleyince ve elleri, artık kaybetme korkusu kalmamış gibi gevşeyince anladım. Deminden beri göğsüne bakıyordum, o benden uzaklaştığında da farklı şey yapmadım. Beni tamamen bırakıp geriledi ve, "Amma garip davranıyorum," dedi, sesi az önceki gibi heyecanlıydı. "Ne yaptığımı bilmiyorum. Ben... Şaşkınlıkla sarıldım."
"Biliyorum, kim olsa sarılırdın zaten."
Buna bir şey demeden başını eğdi, elindeki telefona bir daha bakıp parmaklarını ekranda gezdirdi. Onu son arayan numarayı aramaya çalıştı ama hat gizliydi, bunu zaten aramayı açmadan önce de fark etmişti. Konuşma süresine bakıp, "On saniye," diye fısıldadı kendi kendisine. "Günler sonra ilk kez Nil'in sesini, baba deyişini duydum. Kızım yaşıyor Karmen, gelen o kâğıtta yazıldığı gibi değil, Nil hayatta..."
Başını kaldırıp bana baktı. Sanki bunu başkasından duymaya da ihtiyacı vardı. "Kızın hayatta, yaşıyor," dedim istediği gibi. Kızım hayatta, yaşıyor diyebilmeyi de çok isterdim.
Ama öldü, onunla biz öldük.
Gözleri bana bakarken farklılaştı ve ardından tekrar telefonuna dönerek, "Emniyete gidip bunu bildirmem iyi olur," dedi. "Numarayı bulup adresi izleyebilirler belki."
"Evet, gitmelisin," dedim.
Bana bir daha göz attığında onu kıskandığımı anlayacağını sanıp bakışlarımı başka yöne çevirdim ve o saniye, mutfak kapısında dikilen Utku'yu gördüm. Bir şeylere tanık olduğu yüz ifadesinde okunuyordu. Deren'e bakıp çenemle arkasını işaret ettiğimde, arkasına dönüp bakmadan anladı ve yutkunup dudakları arasından sert soluk verdikten sonra döndü. Utku, abisi ona bakınca tek kaşını kaldırıp endişelenmiş gözlerle, "Bu konuşulanlar ne?" dedi. "Nil'e n'oldu?"
Deren birkaç adım öne çıkıp kardeşine yaklaşınca onun arkasından ilerledim. "Nil iyi," dedi ve devamında bir şey söyleyemeden Utku bağırıp çağırmaya başladı. "Neresi iyi be! Dalga mı geçiyorsun benimle? Günler sonra kızımla konuştum dedin, kulaklarımla duydum abi! Ne demek bu, Nil'e n'oldu? Nil nerede, neden günler sonra konuşuyorsun abi! Ne anlama geliyor bu duyduklarım?"
Deren'in, bunu kardeşine söylememe sebepleri şimdi daha anlaşılırdı. Abisini doğru dürüst dinlemeden ellerini savurmaya, Deren'in üzerine yürümeye başlamıştı. Deren'de Utku'ya iyice yaklaşıp ellerini onun omuzlarına koydu. "Utku, abiciğim bak, az önce duymuşsun... Nil iyi, biraz önce konuştum işte onunla. Sadece... Sadece nerede olduğunu bilmiyorum ama yemin ederim iyi olduğunu biliyorum."
"Ne saçmalıyorsun!" Utku çıldırıp abisinin kollarını omuzlarından öyle bir itti ki, yanında durduğum için Deren'in eli suratıma çarptı. İrkilip elimi yüzüme götürdüğümde, Deren'de elinin yüzüme değdiğini anlayıp omzunun üzerinden bana baktı ama Utku aynı şekilde bağırınca kardeşine dönüp, onun etrafa savurduğu kolunu sertçe tuttu. "Nil'in nerede olduğunu nasıl bilmezsin lan! Kızından bahsediyorsun, bir de nerede olduğunu bilmiyorum diyorsun! N'oldu da bilmiyorsun abi, Nalan'mı alıp götürdü yoksa?"
"Keşke öyle olsaydı," dedi Deren, Utku'nun gözlerine bakamadan başını öne eğerken. "Ama Nalan'la da beraber değil, o da nerede olduğunu bilmiyor... Nil kayıp, Utku."
"Kayıp?" diye tekrar etti Utku, neredeyse fısıldayarak. "Nil kayıp? Bildiğin kayıp yani, öyle mi? Kimse nerede olduğunu bilmiyor?"
"Emniyet, polisler onu arıyor..."
"Onu mu? O senin kızın abi! Nil senin kızın! Nasıl kaybedersiniz onu, kim kaybetti?" Utku'nun gözleri bu kez korku doluydu, dudakları, çenesi titriyordu. "Nerede kayboldu, kim yaptı?"
Deren gözlerini yumup açtıktan sonra hızlıca, "Derya kaybetmiş, onu götürdüğü parkta," dedi.
Utku'nun gözlerindeki alevleri bu cümle serbest bıraktı ve soğuk soğuk gözyaşları da aleve dönüştü. "Şerefsiz," diye fısıldadı dişleri arasından ve sendeleyerek arkasını döndü."Öldüreceğim onu!"
Deren mutfaktan çıktığı gibi onun arkasından gidip kolundan tuttu. "Sakın bir delilik yapma," dedi, her kelimenin üzerine basarak. "Sakın Utku, sakın başını belaya sokacak bir şey yapma!"
"Ne belası abi, başıma ne gelirse gelsin, umurumda değil! Yeğenimi, her şeyimizi kaybetmiş abi!" Utku bağırmaya devam ettikçe kulaklarımdaki uğultular çoğaldı, birisine daha sorumlu hissetmeye başlamanın düşüncesi boğuyordu. "Nil... Nil seninle benim tek varlığımız abi, tek yakınımız. Her şeyimiz o ve onu almış bizden... Sen nasıl yok sayabilirsin bunu?"
"Yok saymıyorum!" Diye boğazını acıtacak kadar bağırdı Deren, onun gözlerinin içine bakarak. "Önceliğimi Nil'e veriyorum! Her zaman olduğu gibi, her zaman yaptığım gibi! İkimizin de önceliğinin o olduğu gibi!"
"Madem önceliğin o, nasıl kızını koruyamadın! Nasıl babasın sen!"
Utku kolunu çektiği gibi gerilerken, Deren'in omuzları aşağıya doğru düştü. Ona arkadan bakarken bile ürperdiğini, canının yandığını hissettim. Yumruğunun birisini yanında sıkarken, Utku'ya doğru bir adım atarak, "Ağzından çıkanı kulağın duysun," dedi.
"Nil'i bulacaksın!" Diye bağırıp bu kez abisinin üstüne yürüdü Utku, ona parmağını sallamaya başladı. Ateşler içindeki gözleri, tekrardan dolmaya başlayan gözyaşlarıyla serinledi. "Yeğenimi bulacaksın abi, eğer onu bulamazsan... Ona bir şey olursa o adamı öldürürüm, seni de asla affetmem!"
"Nil'e zerre kadar bir şey olmayacak. Her neredeyse onu bulacağım, her nasılsa... bulup iyi edeceğim. Tamam, eğer yapamazsam yüzüme bile bakmazsın..." kardeşine yaklaşıp yüzünü başını elleri arasına aldı. "Senden tek istediğim sakin kalman, işlerimi zorlaştırmaman... Tüm kinimizi, öfkemizi daha sonra çıkarırız, şimdi değil. Önce Nil, her zaman olduğu gibi."
"Onu nasıl koruyamadık abi, nasıl?" Sesi titriyordu.
"Onu bulup koruyacağım, bir daha kimse incitmeyecek." Deren kardeşinin başını göğsüne yaslayarak saçlarını karıştırırken kulağına doğru alçaldı. "Yemin ediyorum bu evde tekrardan onun sesini, gülüşünü duyacaksın."
Elini Utku'nun sırtında aşağı yukarı dolaştırırken kulağına alçak sesle bir şey daha söyledi. Ellerimi yanımda öylece tutarken gözlerimi başka yere çevirdim, benim yüzümden çektikleri acıyı izlemedim. Ancak sonra birbirlerinden ayrıldıklarında Deren'in bana döndüğünü hissettim, bakışlarımız birleşince bu his olmaktan çıkıp kafamda soru işaretleri bırakan bir gerçeğe dönüştü. Bana bir adım yaklaşıp, "Yüzün acıdı mı?" diye sorunca dalgınlıkla göz kırpıştırıp yanağıma elimi götürdüm. "Yok," dedim.
Yüzünü buruşturup, "Biraz kızarmış?" dedi.
"Yok," dedim başımı eğip gözlerimizi birbirinden ayırırken. Boğazımdaki düğümü yutkunarak itmeye çalıştım.
"Nil şimdi seni nasıl aradı abi? Ne dedi sana?" Utku endişeyle sorularını dizince Deren ondan tarafa baktı. "Bir şey söylesene?"
"Sadece baba, dedi. Zaten başka ne diyebilir ki Utku, çocuğun bana nerede olduğunu söyleyecek hali yok..." sokak kapısını açtığında, Utku'da abisinin yanına ilerleyip açtığı kapıdan dışarıya çıktı. "Telefon hemen kapandı ama... seni iyiydi, hatta güldü bana. Kiminle olduğunu, neler yaptığını sormaya zamanım olmadı."
İkisi de sokak kapısından çıktığında kaşlarımı çatıp ben de ilerlemeye başladım ve portmantonun yanından geçerken, askıdaki ceketlere uzandım. Elimdeki ceketlerle kapıdan çıkarken, "Derya nasıl kaybetmiş peki?" dedi Utku, abisine.
Kapının üzerindeki anahtarı alıp kapıyı kapattıktan sonra Deren'in yanına yürüdüm ve o arabasına ilerlerken, elimdeki ceketleri ona uzattım. Bahçe kapısından çıkarken elime tutuşturduğum ceketlere bir bakıp sonra gözlerime çevirdi bakışlarını. "Bu ne?"
“Kardeşinle senin ceketleriniz. Zaten sürekli tişörtünle çıkıyorsun evden bir anda..." ellerimi geriye çekip önüme baktım ve Utku arkamızdan gelirken arabaya yürüdüm. "Arabayı kullanabilecek misin?"
Deren benimle yürümeye devam ederken, ceketim birini kardeşine fırlattı. "Herhalde kullanabilirim. Günler sonra ilk kez kendime geldim."
"Göreceğiz," diyerek Deren'in arabasına yaklaştım, o muhtemelen yine kendisiyle gelecek olmama anlam veremezken şoför koltuğunun yanındaki kapıyı açıp koltuğa yerleştim. Her şeyden haberdar olmak için emniyete onunla gitmem daha iyi olurdu, ne kadar çok şey bilirsem organ kaçakçılarına o kadar yaklaşırdım. Deren şoför koltuğuna yerleşirken, Utku arka kapıya açıp koltuğa oturdu. Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve araba hareket ederken, dikiz aynasından Utku'nun bakışlarıyla karşılaştım. "Ne zamandır ön koltuğa oturuyorsun?"
Arabayı caddeye doğru hızla süren Deren'e yandan bir bakış atıp, "Kıskanç bir kardeşin var," dedim.
"Beni abime şikâyet ettiğin şeye bak," dedi Utku, agresif bir sesle. "Bana bu konuda laf edecek son kişi o. Kendisi benden katbekat kıskanç."
Deren telefonu kulağına yaslayıp gözlerini dikiz aynasından kardeşine çevirdi ve sesini stabil tutarak, "Sakinleş artık," dedi, uyarır bir ses tonuyla. "Sinirini Karmen'e yöneltme."
Açtığı telefon karşılık bulunca dikkatini aramasına verdi ve Utku'da benimle bağlantısını kesip tedirginlikle ellerini ovalamaya başlayınca, göz ucuyla Deren'i izledim. Karşı tarafa, "Emniyete gel," dediğinde, aradığının Nalan olduğunu düşündüm. "Hayır, kötü bir şey olmadı. Güzel bir şey oldu."
Dışarının karanlığına bakmaya başladım ve Deren telefondaki konuşmasına, "Yemin ederim yalan söylemiyorum, iyi bir şey oldu," diyerek devam etti. "On beş dakikaya orada olacağım, anlatırım."
Konuşmayı dinlemeyi kesip telefonu cebimden çıkardım, sessizde olduğu için bir arama olup olmadığına baktım. Gece'yi, çok kötü bir şey olmadıkça beni aramaması konusunda uyarmıştım. Nille ilgileniyor olmalıydı, küçük bebeğimin babasının sesiyle ne kadar mutlu olduğunu düşündüm.
Emniyete geldiğimizde kimse konuşmuyordu. Utku'nun öfkesi geçmiş değildi ama artık kelimelere yansımıyordu. Asansördeyken elinde ceketini tutuyor, gözlerini yerden kaldırmıyordu. Müdürün odasının olduğu kata geldiğimizde asansör durdu, dışarıya çıkarken Deren'in ona verdiğim ceketini giymeye başladığını gördüm. Alt dudağımı ısırarak gerilen kollarını, dik omuzlarını izlerken göz göze geldik ve bana, ne diyerek baktığında bir şey demeyip başımı çevirdim.
Üşüdüğünü umursamadığına emindim ama yine de ceketini giymişti.
Birkaç adım geride kaldım ve Derenle müdür el sıkışıp konuşmaya başlarken, Utku'nun nasıl olduğuna göz attım. Deren'in hemen yanında, dikkatle konuşmaları dinliyordu. Deren müdüre telefonunu uzatıp, "Arama da burada," deyince, müdür derhal telefonu yanındaki polis memuruna uzatıp başını salladı. "Gizli numara, muhtemelen tek kullanımlık bir telefondur ama peşine düşelim. GSM operatörlerinden numarayı öğrenmeye çalışırız, nereden ne zaman alındığına bakarız."
Bulunma ihtimali azdı ama her zaman için, her adımda yakalanma ihtimalimiz vardı. Düşüncelerimde boğulurken, müdür Deren'e, "Size kim nasıl ulaşmış olabilir?" diye sordu.
Deren, teferruatlardan nefret ediyordu. Hepsi vakit kaybı gibi geliyordu. Bu yüzden sorulara hızlıca cevap veriyordu. "O gün Nil'in üzerindeki montta cep numaram vardı, her ihtimale karşı üzerinde numaramı taşısın istedim... Belki de birisi o şekilde bana ulaşmış olabilir."
Utku araya girip, "İyi niyetli birisi olmadığı belli," dediğinde ona dik dik baktım. İyi niyetli değilmişim... Bak sen. "Nil'in bulunmasını istiyor olsa direkt abimle konuşup yerini bildirirdi, abim telefonda sadece Nil'in sesini duydu."
Müdür ve yanındaki polis, ilk kez gördükleri Utku'ya bakınca, ben de çok bilmişten çektim gözlerimi. Deren'in beklenti içindeki yüzünü izleyip sinirlerimin yatışmasını beklerken, "İş daha da karıştı," dedi müdür. "Fakat geçen gece evine gelen kâğıdın asparagas olduğu kesinleşti, birisi senin bu durumundan faydalanmak istemiş." Tebessüm ederek Deren'in omzunu sıktı. "Kızın hayatta, söylediğine göre epey de iyiymiş. Harika bir haber, harika! Edip'in haberi var mı bundan, arayıp hemen ona da söyleyelim?"
Hemen sonra Utku, hoşlanmadığı belli olan sesle, "İti an, çomağı hazırla," dedi.
Edip Akşın'ın, kızıyla beraber yürüdüklerini gördüm. Edip Akşın'ın heybetli görünümünün yanında Nalan çok zarif duruyordu. Üzerinde beyaz peluşu vardı, saçları ve yüzü onu gördüğüm ilk günkü gibi sadeydi. Buraya yaklaştıklarında emniyet müdürü de onlara döndü ve her ikisiyle de el sıkışırken, Nalan'ın gözlerinin önceliği Deren oldu. Neler duyacağının heyecanıyla ona bakıp ardından Utku'ya, "Merhaba," dedi, yumuşak bir sesle. "Dönmüşsün... Seni bayağıdır görmüyordum Utku."
Utku geri adım atıp, "Ben seni zaten görmek istemiyordum," dedi, kin dolu sesiyle.
Nalan'in gözleri bir başka doldu ve önüne dönmeden önce benimle göz göze geldi. Deren'in sol omzunun arkasında kalıyordum, ondan da Deren'den de kısa olmama rağmen bana bakarken omuzlarını dikleştirip başıyla hafifçe selam verdi. Kaşları çatılmıştı, neden ikinci kez de burada olduğumu anlamıyordu. Babasının arkasından dolanıp Deren'e kadar yaklaştı. Deren hâlâ Utku'yu uyarırken, karşısına kadar gelen Nalan'a göz ucuyla baktı. "İyi haber ne?" diye sordu, heyecanla.
O sırada Edip Akşınla konuşan müdür Nalan'a döndü ve onun heyecanına gülümseyerek, "Hem de çok iyi haber," dedi.
Nalan hevesle gülümsedi. "Ne?"
Deren, Edip Akşın'la hiç muhataba girmeden, "Nil aradı," dedi Nalan'a ve Nalan'ın gözlerine yansıyan o ışıltıya, kendimin ancak ağlayarak sahip olacağını düşündüm. "Sesini duydum, birkaç kez baba, dedi. Hayatta, sağlıklı, hatta... sesimi duyduğunda bana güldü."
Edip Akşın'ın neşeli gülüşünü, Nalan'ın şaşkın bağırtısı takip etti. Çantasını elinden düşürüp ellerini açılan ağzına kapattı ve gülmeye başlarken, "Yaşıyor," diye fısıldadı. "Nil hayatta, o kâğıtta yazıldığı gibi değil... Deren, kızımız sahiden iyi!"
Utku araya girip, "İkidir ne notundan bahsediyorsunuz?" diye sordu.
Onun koluna dokunup, "Ben sana anlatırım," dediğimde, Nalan'ın neşeli bir çığlıkla Deren'in boynuna atladığını gördüm. O kadar coşkuyla, neşeyle sarıldı ki, Deren bir adım geriye sendeledi. Onun arkasından çekilip uzaklaştım ve Deren'in ellerine bakarken, Edip Akşın'ın da müdürle daha coşkulu konuştuğunu duydum. Utku benim yanımda benim gibi kollarını göğsünde bağlayıp abisine sarılan Nalan'a rahatsız gözlerle baktı.
"Daha detaylı şeyleri emniyet müdürü anlatır," dedi Deren, Nalan'dan uzaklaşmak için gerilirken. Nalan'da apaçık sevinciyle beraber ondan geriledi ve yüzünde biraz mahcubiyet oluşurken, başını aşağı yukarı salladı. Derenle sarılmak onun için bir şeymiş gibi gözlerini kaçırıp babasına doğru döndü, onun kolları arasına girerken, "Kızımı bulmaya artık daha yakınız," dedi, mutlulukla.
Edip Akşın kızının başını okşayıp kendinden emin görünerek konuştu. "Sana demiştim Nalan. Torunumu bulmak için her şeyi seferber edeceğimi demiştim, o çok yakında bulunacak kızım. O zaman günlerdir döktüğün gözyaşlarının hesabını soracağım."
Buradaki herkes beni bulmaktan bahsediyor ama ben zaten buradayım.
Utku'nun öne çıktığını gördüğümde, artık sabredemediğini anladım. Nalan'a doğru, "Her şey o kocan yüzünden," diye bağırınca, Deren bunların olacağını biliyordum, dercesine Utku'ya döndü. "O kaybetmemiş olsaydı, sen her gün hayatını yaşamak için Nil'i ona emanet etmemiş olsaydın şimdi bunların hiçbiri yaşanmıyor olurdu!"
Derenle ben, Utku'nun daha da ileriye gitmemesi için aynı anda onun kolundan tutunca ellerimiz üst üste geldi. İrkilip bakışlarımı indirmek durumunda kaldım ve Deren'de kazayla bir araya gelen ellerimize bakıp kendi elini çektikten sonra Utku'nun önüne geçip onu omuzlarından geriye itti. "Bana zorluk çıkarmayacaktın, işlerimi kolaylaştıracaktın Utku. Güvenip buraya getirdim seni, ahkam kestin de ağzımı açıp cevap vermedim... Kavga çıkarsan nezarethaneye atmayı isteyecekler, sonra bir günüm seni çıkarmakla geçecek!"
İkisine doğru eğilip Utku'ya fısıldadım. "Kendisi deneyimli, o yüzden diyor. Bence dinle abini."
Utku bana sordu. "O ne demek? Abimi içeri mi attılar? Yeğenimi kaybeden onlar, bir de abim mi içeriye girdi?"
Deren kısık gözlerini üzerime çevirmek için bir an bile beklemedi ve bana kafasını, seninle görüşeceğiz, der gibi sallayınca alakam yokmuş gibi önüme döndüm. Nalan, babasının kollarından çıkmış, kırgınlıkla Utku'ya bakıyordu. Sanki Utku'yu kaybettiğine inanamıyordu, bu yüzden onun her söylediğine önce şaşırıyordu. Onu kaybettiğine göre bir zamanlar ona sahipmiş.
Deren kardeşinin sesini kesmesi için eliyle onun ağzını kapatıp asansörü gösterdi. "Siktir olup aşağı gidiyorsun," dedi, onlardan uzaklaştığımız için ne dediğini yalnız biz üçümüz duyuyorduk. "Eve gittiğimizde her şeyi anlatacağım sana, şimdi kes!"
Utku abisinin omzunun üzerinden hâlâ ileriye, Nalanla Edip Akşın'a parmak sallayıp, ağzının üzerindeki ele rağmen konuşmaya çalıştı. "O Derya'nın gelmişini geçmişini..."
Deren onu asansörlere kadar itip asansörlerden birisini çağırırken, Utku serbest kalıp az önce nefes alamadığı için öksürmeye başladı. "Beni durdurmayacaksın, Derya'nın hayatını kaydıracağım.”
Abisi onu asansörle gönderirken, "Dur artık kardeşim,” diye hırladı ve nihayet asansör kapıları kapanınca, öfkeyle inleyip bana doğru döndü. Alnı, yanakları hararetle kıpkırmızı olmuştu. Birbirini takip eden yutkunuşların ardından, "Ona neden söylemediğimi anlıyor musun?" dedi.
"En büyük abime benziyor. O da bomba gibidir, ne zaman nerede patlayacağını hiç bilemezdik."
Omuzlarını düşürüp ellerini yüzünde dolaştırmaya başladığında, yapacak bir şeyim olmadığı için koridora göz attım. Ediple müdür hâlâ konuşurken Nalan bize bakıyordu. Benim her defasında karşısına çıkıyor olmama anlam veremiyordu, Derenle beraber olmamıza da.
Derenle beraber emniyet müdürünün yanına geri dönünce, Edip Akşın'ın bakışlarını üzerimde, etrafımda hissettim. Hem bana hem Deren'e bakıyordu. Benden hoşlanmadığı belliydi, sanırım ki bu yüzden konuşmaların ortasında, "Hanımefendi neden burada?" dediğinde konuşmakta olan müdür sessizleşti ve hepsi bana baktı. "Bu konunun ne kadar içinde ki bu konuşmalara dahil oluyor? Aileden olmayanı ilgilendirmez neticede."
Deren'in başını Edip'e doğru çevirdiğini gördüm, diğerleri bana bakarken o Edip Akşın'a bakıyordu. Yeterince iki yüzlü olduğum için bir de günahsızmış gibi dediklerine karşı çıkmak yerine sessiz kalırken, Nalan babasına doğru, "Hanımefendi bize yardımcı olmuştu baba," dedi.
"Bilemeyiz," dedi Edip, ne hissettiğini gizleyen bir tavırla. "Dediklerinin doğruluğunu kanıtlayacak hiçbir şey olmadı."
Şüpheleri üzerime çekmeyi istiyormuş gibi söylediklerinden memnuniyet duyarken, müdür de bana baktı ve o sırada Deren, "Ben inandım," dedi. Bu kelimelerin ondan çıkmasını benim gibi diğerleri de beklemiyordu. Göğsümdeki his yüzünden gözlerimin odağı bu kez kendisi oldu ve bana aldandığına ilk kez emin oldum. "Konuyu yersizce ona getirdin ama Nil için buradayız, Nil'den başka şeylerle meşgul olacaksak eğer kızımı kaybeden damadından başlamamız gerekir." Cümlenin bir yerinde küfretmemiş olması garipti, çünkü küfür eder gibi konuşuyordu. "Ama ben sadece Nille meşgul olacağım."
Edip, Deren'i çok iyi tanıyormuş gibi onun keskinliğinin karşısında sakin kaIıp Nalan'a döndü. "Torunumun sevmediğim tek özelliği, babasının bu adam olması."
"Her neyse." Emniyet müdürü araya girerken, Deren'in ağzından alevlerin çıkmak üzere olduğunu gördüm. Beni koruduğu gibi ben de onu korumak istedim, zaten canı yanıyorken üzerine gelinmesinden hoşlanmamıştım. İleriye gidip kendisini bir daha içeriye attırmaması için kolundan tutup biraz sıktım. Varlığımın aniden ortaya çıkışı onun bana dönmesine sebep oldu ve müdür bu sırada konuyu dağıtmaya devam etti. "Güzel haberler var, sizler tartışıyorsunuz! Edipciğim, lütfen... Bak ne güzel, torununun hayatta olduğunu öğrendik."
Deren kolunu çekmeden Edip Akşın'ın üstüne gitmekten vazgeçtiğinde, tutuşumu gevşettim ama tamamen bırakmadım. Sanırım bırakmam gerekiyormuş gibi hissetmedim. Müdüre kulak verip, Nil'in bulunması için atacaklarını söyledikleri adımları dinleyip zihnime kazıdım. Konunun ciddiyeti, herkesin birbirinin kelimesini yanlış anlamasını sağlıyordu. Nalan'ın sesi en kısık ve duygusal çıkan sesti, yüzü çok açık tenli olduğu için göz atlarının morluğu feci görünüyordu. Kendisine baktığımı anlamasını izledim, bakışlarımı görüp benden tarafa baktı ve sonra elime doğru indi aynı bakış, bir süre Deren'in kolu ile benim elimde durdu.
Emniyet müdürü ile konuşmamız bittiğinde Deren bir saniye bile beklemedi, asansöre ilerledi. Arkasından yürürken asansörü benim için açık bıraktı. Yan yana, sessizce aşağıya indik ve binadan çıkarken, dışarıdaki siren sesini duyup başımı aniden kaldırdım. Binanın önünden, sirenlerini çalarak uzaklaşan polis arabasına baktım. Bu ses bir çığlıktı benim için, yetişemediğim bir çığlıktı.
Gözlerim polis arabasının arkasında kalırken ayaklarım beni dışarıya götürdü. Hissizlik bakışlarıma vurdu ve Deren başını etrafında dolaştırarak kardeşini aradı. "Orada."
Utku'nun az ileride olduğunu gördüğünde yanına ilerledik. Banka oturmuş, sigara içiyordu. Deren elini ensesine koyana kadar ne abisini ne beni fark etmemişti. Gördüğünde yalnız abisine bakıp sonra önüne döndü, rüzgârda sönmesin diye avucunu sigarasının etrafında bekletirken, "Sakinleştin mi?" diye sordu abisi.
"Nil'i istiyorum," dedi.
Deren onun ensesini sıvazlayıp gözlerini başka yerlerde dolaştırdı. "Ben de."
"O zaman bir şeyler yap!" Dedi bu kez, banktan kalkıp Deren'in karşısına dikilirken. Sigarasını, henüz yarısındayken fırlatıp attı. "Nil'i getirmeni istiyorum! Hemen! Onu görmek istiyorum!"
Deren gözlerinin ucuyla onu izleyerek bir şey demeyince, Utku daha da öfkelendi. İkisi arasında yaşanan o bakışmanın sol tarafındaydım, ikisini de görüyordum. Bana aldandığına az önce emin olduğum adamın gözlerindeki çaresizliği, Utku'da görmüş olmalı ki öfkesini soğutan tek şey geri gelen gözyaşları oldu. Kafasını iki yana sallayarak arkasını döndü ve arabaya doğru ilerlerken, her an birisine çarpıp onu dövecekmiş gibi yürüdü.
O arabanın arka koltuğuna yerleşirken, Deren'e yeniden bakıp donmuş bakışlarına karşı, "Nil'i çok seviyor," dedim.
Baş salladı. "Beni suçluyor."
"Senin bir suçun yok."
"Suçluyum. Kızımı koruyamadım." Yüzünde tek mimik oynamadan konuşuyordu. "Onu bulduğumda bile bunu hatırlayacağım. Hayatımın sonuna kadar bunu hatırlayacağım. O da bir gün öğrenecek onu koruyamadığımı..." yaşam ırmak gibidir ama sular illaki çekilir, yaşam bazen de durur. Deren için durduğu gibi. "... herkesi korudum ama kızımı değil."
"O bunun farkında değil, yalnızca küçük bir kız. Sana geri döndüğünde... Eminim hâlâ seni çok seviyor olacak." Olasılıkları hesaplarken bu sözcükler döküldü dudaklarımdan. Neyin olasılığını hesaplıyorum? Deren'in kaç gün daha böyle yaşamaya devam edebileceğinin. "Bugün Nil'in sesini duydun, kutlayacak güzel bir şeyin var."
Herhangi bir şeyi yansımadığı gözlerinin ucuyla bana bakıp başını anlaşılabilir ölçüde aşağı yukarı salladı. "Sen de onun sesini duydun. Bu senin için de kutlanacak bir şey mi?" Bu sorusuna cevap vermeden başka soru sordu. "Doğrusu... Kızımın sesini ilk kez duydun değil mi? Nille bugün ilk kez tanıştın."
Yaşanılanlar dudaklarımdan çıkmamış cevabı alıp götürdü onun kulaklarına. "Seninle konuşurken sesi çok mutluydu."
Dudağının kenarına içten bir gülümseme geldi. "Babasının kızı."
Nil Ateş.
Heyecanı gözlerinden taşacak gibi oldu bir anda. Demek böyle görünürdüm, kızımın sesini bir kez duyacak olsam... Hedefi yöneltmek için, "Kızın hayatta olmasına rağmen sence o kâğıdı yazıp kapına kadar getiren kimdi sence?" diye sordum.
"Müdürü sen de duydun, kâğıtta parmak izleri bulunmamış, kamera kayıtlarında eldiven taktığı görünüyordu zaten."
Hedefi yönetmekte daha hızlı ilerleyip, "Evini bilen birisi," diyerek hatırlattım. "Bence senin de tanıdığın birisidir."
İhtimalleri gözden geçiriyormuş gibi çenesini sıvazladı. "Tanıdık kimsem kalmadı, herkesi ya kaybettim ya sildim."
Gözlerimin önünde Deren'in bir hayali aile fotoğrafı belirdi. Kendisi, Utku ve Nil'den ibaret olan bir fotoğraftı.
"Neden insanları hayatından siliyorsun? İnsan mı sevmiyorsun?"
Gözlerime bakmak için kafasını kaldırdı. “Seçiciyim diyelim."
Bunun derinine inmek istedim ama sonra vazgeçtim, başımı önümde bir süre tutup ardından yine ona bakıp beni inceleyen gözlerine karşı, "Standartların ne?" diye sordum.
Aniden korna çaldığında başını küçük bir açıyla hareket ettirip arabasına baktı, Utku'nun sabırsızlığıyla yürümeye başladı ve yanımdan geçerken karşımda durdu. Sorum, üzerine düşünülmeyi hak ediyormuş gibi gözlerini kısıp susuyorken, yabancı birisi olmaktan çıkan bakışları saçlarımın hizasında ve üzerimde dolaştırdı. İpek gibi hafif bir his tenime nüfuz ederken beni uzun uzun süzdü ve bir şey demeden yürümeye devam etti.
Başımı eğip onun gibi kendimi izledim.
Sonra nedensizce göz devirip arkasından yürüdüm. Boyum çok uzun değildi, bir de zayıfladığım için Deren'in arkasında incecik görünüyordum. Kendime, vücutlarımızın uyumu hakkında gereksizce düşündüğüm için kızıp onun arkasındaki kapıyı açtım. İçeriye otururken, havadaki gerginliğe sert nefesimle katkı sağladım. Direksiyonu tek eliyle kullanırken diğer elini ikimiz arasındaki bölgeye koyup parmaklarını genişçe açtı.
Dikiz aynasından kardeşini kontrol ettim. Cam kenarında oturuyordu, eli çenesinin üstündeydi ve yüz hatları normalde olduğundan daha belirgindi, kendisini sıkıyordu. Gözlerini neredeyse hiç kırpmadı, o zaman ağlamamak için bakışlarının bir noktada donup kaldığını anladım.
Önüme dönmek isterken Utku basit bir kafa hareketiyle bana bakıp, "Derya'yı, ayağına bir taş bağlayıp denize dökmeme yardım eder misin?" diye sordu. "Belli ki abim yapmayacak."
"Ortanca abim Dante, ben henüz on dört yaşındayken bir adama bunu yapmıştı," dedim. Bunu, babamla abilerimi büyük toplantı odasının kapısına kulağımı dayayarak dinlediğimde öğrenmiştim. "Abim bunu yaptığına öyle bir eğlenmişti ki, kahkahası malikanenin koridorlarında yankılanmıştı. Bunu duyduktan sonra abime, bunu nasıl yapabildiğini sormuştum. Günü geldiğinde beraber yapacağımızı söyleyerek gülmüştü. "Abimle yapamadım ama seninle yaparız Utku."
Alay ettiğimi sanmış olabilirdi, çünkü aynı şekilde bakıp dudakları arasından bir şeyler söyleyerek cama döndü. Elimi dizime koyup bileğimin içini kaşırken, Deren'in yüzümde sabit kalmış bakışları başımı eğip saçlarımı yanağıma doğru kapatmama sebep oldu. Bana bakmasını istemedim, çünkü bana nasıl baktığını görmek için ben de ona bakmak isterdim.
Arabamı Deren'in evinde bıraktığım için beni yine evine kadar götürmek zorunda kaldı. Arabasını park edince Utku kapıyı sertçe açarak dışarıya çıktı. Deren dikiz aynasından onun ilerleyişini izlerken, "Kendisine sahip olamayacak," dedi. "Bir arıza çıkaracak, biliyorum." Omuzlarını geriye atıp üzerindeki ceketle tişörtü sıyırdı, kara saçlarına ve simsiyah saçlarına kıyasla karnı da bembeyazdı. Pantolonun belinden silahını alıp mermilerini çıkarmaya başladı. Altın sarısı rengindeki parmak mermileri bana uzattı. "Al bunları, sende kalsın."
Garipseyerek, "Neden?" Diye sordum.
"Utku'nun elinden bir kaza çıkacak olursa çıkamasın diye." Avucundaki kurşunları bir bir elimin içine doğru serbest bıraktı.
Kurşunların elimdeki ağırlığını hissederek, "Direkt silahı verseydin ya," dedim.
"Öylesi de senin için tehlikeli," dedi ve elindeki kurşunlar bitince benim avucumdaki kurşunlara baktı. "Silah bende, kurşun sende. Birbirimiz olmadan bunlar bir işe yaramaz."
Ürperti tenimi dalga gibi okşadı. O saniye onunla küçük bir göz hapsinde kalarak yutkundum. "Neden sen bir yere saklamıyorsun? Eminim evinde kasan vardır."
"N'apacaksın, kasaya mı gireceksin?" Dedi önüne dönüp sorumu geçiştirerek. "Kalsın işte sende, uğraştırma şimdi beni kasayla falan."
"Bir mafyaya bir kurşun verirsin, sonra onu bir başkasının kalbinde bulursun."
"Ya da kıçında," diye homurdanıp araba kapısını açınca omzumu silkip ben de kendi tarafımdan indim. Agresif birisi, yapacak bir şey yok. Karanlıkta kendi arabama ilerlemeye başlarken kurşunların soğukluğu avucumun soğukluğuyla örtüştü. Araba anahtarımı diğer elimle çıkarıp kapıları açtıktan sonra esen rüzgârın gittiği yöne, Deren'e baktım.
İnanın hiç gereği yok bana bakmasının ama bakıyor.
Arabamın kapısını bir daha açıp girerken, son kez Deren'e baktım. Evinin kapısını açarken, gözlerinin bende olduğunu gördüm. Karanlıkla örtüştüğü için nasıl baktığını anlayamadım ama elimde olan kurşunlar boğazıma dizilmiş gibi geldi. Neden gitmeden önce hiç anlamı olmamasına rağmen ona baktığımı bilmiyorum ve düşünüyorum, o da anlamsız mı buluyor diye.
Eve geldiğimde bacaklarımın ne kadar yorulduğunu hissettim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde uyuyor olmasını beklediğim Nil'in sesi kulağımdaki kötü uğultuları sonlandırıp yaşamımı bertaraf etti. Salonun kapısına kadar girip baktığımda Gece ile oturduğunu gördüm, elinde bir çocuk kitabı tutuyordu. Saçları kafasının üstünde dalga dalga olmuştu, mavi gözleri heyecanla kitabın sayfalarında geziyordu.
Rakipsiz acımla yutkunup yüzüme sadece Nil'in inanabileceği bir tebessüm koydum. "Nil.”
Kafasını kitabından kaldırdı ve beni görünce koltuktan indi, yanıma kadar koşup ellerini çırptı. "Yüz saattiy seni bekliyordum Kaymen."
Gece merakla bana bakıyorken Nil'in önünde eğilip, "Niye ki?" Diye sordum.
Coşkulu sesiyle, "Babamla konuştum!" Diye bağırınca zamanın binlerce parçaya ayırdığı kalbimde onun mutluluğu yer aldı.
"Doğru," dedim o üzülmesin diye aynı coşkuyu sesime katarken. "Babanla konuşturacaktı Gece seni, konuştun demek... O seninle konuştu mu?"
"Konuştu," derken parmakları dudaklarındaki gülüşünü utangaçlıkla örtüyordu. "Kızım dedi, sevgilim dedi... Biy de ne demişti?" Gece'ye döndü. "Ne demişti Gece, sana söylemiştim."
Gece onun neşesini aynı benim gibi izleyip, "Tırtılım demişti," diye hatırlattı. Sonra göz kırptı benim güzel meleğime.
Nil, "Evet," dedi başını yana eğip o tipik tatlı ifadesine bürünerek. "Tıytılım dedi, n'apıyorsun dedi. Babamın sesini duyunca bayıldım Kaymen."
Yaşından büyük kelimelerine güldüm. "Bu bayıldım kelimesini nereden öğrendin?"
Gece elini kaldırarak araya girdi. "Galiba benden. Çok sevmiş, sürekli bayıldım diyor."
Nil, kendinden bahsedilirken utançla kıkırdadı. "Babanın yanından geliyorum," dedim ona.
"Ne?" dedi gözleri yerinden fırlayarak. "Kaymen... Beni neden götüymedin?"
"Özür dilerim," dedim içimden geldiği için. "Seni götüremezdim, seni bir süre daha götüremeyeceğim ama baban bana seni çok özlediğini söyledi aşkım." Nil'in ellerini, kendi kızımın ellerini tutuyor gibi tuttum. "Seni görmek için sabırsızlanıyormuş. Ben de ona yakında seni göreceğini söyledim."
Ellerini çekip geriye giderken, "Keşke beni de götürseydin," dedi üzgünce. "Niye götürmüyorsun ki beni?"
Gece'de koltuktan inip Nil'e yaklaştı, onunla konuşmaya başlarken sesi yumuşacık çıktı. "Götürmez olur muyuz, elbet götüreceğiz. Sadece... Karmen bir yerden haber bekliyor, o haber gelince seni götürecek."
Nil ikimize de bakıp, "Ne habeyi?" diye sordu, sonra da okuma kitabını alıp bize biraz küsmüş göründü.
"Kızımla ilgili," dedim ona dürüst davranarak. Anlamayacak olsa da dürüstlüğü hak ediyordu. "O haber gelince babana seni geri götüreceğim."
"Ne ki?" diye sordu haberi.
"Önemli bir haber," dedim ona. "Benim için bir süre daha burada beklemez misin? Sonra... O haber geldiğinde sen babanla anneni göreceksin, ben de kızımı mutlu edeceğim, onun yaşadığı şeylerin karşılığını vereceğim." Ona biraz daha yaklaşmam gerekti. Elinden tuttum. "Sonra seni bir daha kimse babandan ayırmayacak Nil, yemin ederim."
Bizi anlamış göründü ama kafasının karıştığı gözlerinden belliydi. "Biy kere görseydim bari," dedi.
"Özür dilerim Nil. Bir gün beni unutacaksın ve hayatın, babanla çok mutlu devam edecek." Onun tuttuğum elinin üstüne çekinerek bir iki tane öpücük koydum. "Kötü günleri hatırlamayacaksın, sadece güzellikler olacak hayatında."
Gece omzuma dokunarak bana uyarı dolu şekilde bakarken, Nil'de vücuduma yaklaşıp elini yanağıma koydu. "Sen benimle babamın yanına gelmeyecek misin?"
"Ben başka yere gideceğim." Konuyu onun için değiştirdim. "Ama seni babanla yeniden konuşturacağım Nil, istersin değil mi?"
O sevinç, mavi gözlerini berrak dalgalarla kapladı. "İsteyim isteyim! Ne zaman?"
Babanın en umutsuz olduğu anda, diye fısıldadım içimden.
"Senin hani uykun gelmişti?" diyerek Nil'e baktı Gece ve bu konunun üzerini yumuşak bir şekilde örttü. "Artık uyuyacak mısın?"
Nil elleri beline koyup kızmış gibi Gece'ye baktı. "Kaymen'i bekledim ya Gece, o yüzden uyumadım."
"Nil," diye fısıldayarak onun elini bir daha öperken, kalbim yerinden çıkacakmış gibi attı. "Beni mi bekledin?"
"Evet, babamı ayadığımı söyleyecektim." Ben onu kucağıma alırken esnemeye başladı. "Ama sen babamın yanındaymışsın."
"Şimdi senin yanındayım. Hep senin yanında olmak istiyorum zaten."
Nil bir daha esneyip başını omzuma yasladığında Gece arkamdan, "Sana kahve yapıyorum," deyip Nil'e el salladı. "Rüyanda beni gör Nil."
"Babamı göreceğim, bir de annemi," dedi Nil, ona dil çıkarıp benim baktığımı görünce de tekrar omzuma yaslanırken.
Onunla odaya girdim, üzerindeki pijamalarına bakıp, "Sen mi giydin?" diye sordum.
"Hıhı. Gece verdi, ben de giyindim."
Onu yatağa bırakıp yatağın üzerindeki saten çarşafı çektim, kenara bırakıp onu yatırdım. Yorganı omuzlarına doğru örtüp yanında o uyuyana kadar beklemeye başladım. Onu çok fazla izliyordum, Nil'de bunu fark edip hep neden onu izlediğimi soruyordu. Onu izlemem için sayısız sebep zaten vardı, en çok da onu izlediğim bir süreden sonra yüzünde Karina'yı görmemdi... Bu gecede onun yanından ayrılmayıp sürekli ona baktığımı görünce gözlerini açıp açıp baktı, uykulu gülümsedi. "Ya Kaymen..."
Omzumu silkip ona aynı şekilde gülünce gözleri kapandı. Uykusu geldiği için çok dayanamadı, ağzı hafif bir açıklıkla uykuya daldı. Uykusu rüyalarla süslendiğinde bile orada kalıp Nil'i özlemle izledim ama sonra Gece odanın kapısına kadar gelip beni çağırdığında istemesem de yanından ayrıldım. Yalnızca koridordaki ışık yanarken salona geçtik. Sehpaya koyduğu kahvelerden birisini alıp koltuğa oturan bana doğru uzatırken, "Nille kek yapmıştık, sana da ayırdık," dedi. Ben kahveyi alırken de sehpadaki tabağı itti. "Sırf Nil'in yaptığını öğrenince yersin diye onunla yaptık."
Avuçlarımı kupanın etrafına sararken, "Yerim," dedim. "Neyli?"
"Nilciğim çikolatalı istedi." Bir bacağının kalçasının altına kıvırarak yanıma oturdu, kahvesini içerek beni izledi. "Annesinin çikolata yemesine izin vermediğini söyledi, acaba alerjisi mi var?"
Kahvemin tadına baktım. "Zararlı diyedir."
"Doğru," dedikten sonra, "Neler olduğunu anlatsana," diye ekledi.
Ona anlatacaklarım bittiğinde kahvemin de yarısına gelmiştim. Gece kek tabağını önüme koyup, "Babası çok sevinmiş," dedi. "Annesi de."
Nil'in yaptığı çikolatalı keklerden bir tane alıp yerken lokmaların ağzımda büyüyüşünü engellemek adına kekin tadını almaya çalıştım. "Çok sevindiler, hatta Deren sevinçle..." bana sarıldığını yalnız beynim değil vücudumda hatırladı.
"Sevinçle ne?"
"Adam o kadar sevindi ki şaşkınlıkla bana sarıldı, neredeyse döndürecekti hatta..." kekin kalanını ağzıma tıkıp bir yudum kahve aldım. "Mutluluktan işte."
Düşünceli göründü ve yanında oturduğumuz koltuğun arkasındaki camdan karanlığa doğru baktı. "Bence adamla sık sık görüşme."
"Zaten görüşmemiz için bir sebep yok," diye katıldım arkadaşıma. "Sadece olaylardan haberdar olmak istiyorum. Arka planda kalırsam Deren'i, o adamı yakalaması konusunda etkileyemem."
"Adamı manipüle ediyoruz." Bu kez de elimde tuttuğu kahvesine bakarken yüzü asıldı. "Duygusal boşlukta ve biz... kendi çıkarımız için bu boşluktan yararlanıyoruz. Sence sana inanıyor mu?"
Bugün emniyette, Edip Akşın'a karşı söyledikleri zihnimde süzüldü. "İnanıyor.”
"Bu senin için iyi, onun için felaket."
Eğilip biten kupamı sehpaya koydum. "Demek Deren Ateş'in felaketi de benmişim."
"Kızına kavuştuğunda yaşadıkları son bulacak," derken gözlerime bakıyordu. Karşısında gizleyecek bir şeyim olmadığı için yüzümde maske de yoktu. "Geriye sana duyduğu öfke kalacak."
"Bana zarar vermez onun öfkesiyle karşı karşıya kalmak."
Hiçbir şey beni tekrardan incitmez veya üzmez. Kalbimi tekrardan alevlerin içindeymiş gibi yakıp kavurmaz. Deren en fazla öldürür beni, ateşten bir bıçakla, buz olmuş kalbimi deşerek.
🎠
Ertesi gün telefonum çaldığında saat akşamın on buçuğuydu. Nil, ben ve Gece evin içinde saklambaç oynuyorduk. Telefonum o saniye arka cebimde çaldığında, Nil evin içinde kıkırdayarak telefon sesini takip etti ve beni mutfak kapısının arkasında saklanmış bulunca gülüşü büyüdü. Beni gördüğü gibi arkasını dönüp sobelemek için giderken, ben de kapının arkasından ayrılıp telefonumu çıkardım.
Arayan Deren Ateş'ti.
Onu bir saat kadar önce aramıştım, peşine düşmesini sağladığım adamdan yeni bir gelişme olup olmadığını öğrenmek istemiştim. Fakat aramamı açmamıştı, ben de ikinci kez aramamıştım. Şimdi aramama geri dönmek için aramış olduğunu düşünüyordum. Mutfaktan çıkıp odama girdim ve kapıyı kapatıp telefonu, "Ne var ne yok," diyerek açtım.
Konuşmamı duyduktan sonraki sessizliği gergin kalp atışlarım doldurdu. Sonra bana, "Sağlığına duacıyız," diyerek cevap verdiğinde, Türklerin bunu öylesine kullandığını bildiğim için üstüne alınmadım. "Beni aradığını gördüm."
"Yeni mi gördün?" diye sordum.
Bu soruyu sormam hakkında düşünüyor olmalı ki, birkaç saniye geç cevap verdi. "Daha önce görmüştüm, yeni arayabildim."
Sadece, "Anladım," dedim. Mideme istemediğim bir ağrı girince yüzümü buruşturdum. "Meşgul ediyorsam..."
"Konuş," diye kesti.
"Yeni haber var mı diye sormak için aramıştım," dedim ve iç çekişini dinledim. "Bu iç çekişinden anlıyorum ki, o adamdan… yani Nil'den haber yok."
"Aslında var," dediğinde kalbim aniden yerinden oynadı. "Her gün haber var, her gün bir ihbar var ama... çoğu yalan çıkıyor, kayda değer bir yanı olmuyor." Her neredeyse sessizdi, her konuştuğunda sesindeki ufak değişiklikleri bile anlıyordum. "O telefondan da bir şey çıkmadı, Nil'in sesini son duyduğumdan beri ne iyi bir şey oldu ne de kötü."
Canının ne kadar acıdığını çok iyi biliyordum. Öyle iyi biliyordum ki, öğrense şaşkına dönerdi.
"Peki kardeşin sakinleşti mi?"
"Aman sorma, hem de nasıl..." iç çekişi çok yorgun geldi. "Saat beşe doğru bir haber daha geldi, emniyete gittik. Nalanla Derya'da oradaydı, Utku çıldırıp Derya'ya saldırdı. Şaşırmadım aslında, en başından beri sinirlerini benden daha zor kontrol edeceğini biliyordum... Hoşuma gitmedi değil aslında ama işleri zorlaştırdı."
"Derya'dan nefret mi ediyorsun?" diye sordum.
Düşünmeden, "Evet," dedi.
"Nalan'ın kocası olduğu için mi?"
Bu sorumun bizi konudan uzaklaştırdığını fark ettim, özeldi ve onun bir süre susmasına sebep oldu. Daha da kısılan sesiyle, "Hayır," diye yanıtladı. Boğazımdaki düğüm çözüldü. "Nil'in babasıymış gibi davrandığı için nefret ediyorum. Nil'i benden daha çok gördüğü için, ona benden daha yakın olduğu için nefret ediyorum. Nil'i ağlatma ihtimalinden, Nil'i üzme ihtimalinden, hatta... Nil'i güldürme ihtimalinden nefret ediyorum."
Derya ile arasındaki konunun Nalan değil de Nil olduğundan emin olunca sessiz bir nefes verip, "Yeterince açıklayıcı," dedim.
"Ama benim için açıklayıcı değil bunu merak edip neden sorduğun."
"Öylesine," diye cevap verdim.
"Öylesine mi sordun gerçekten?"
Üst dudağıma koyduğum dişlerimle beraber karanlık köşeye bakıp sessiz kaldım. Ben sessiz kalsam da ikimiz de sessizlik içinde nefes verdiğimiz için hâlâ benimle ilgili bir sesi duyuyordu. Cevap vermeyeceğimi anladığında, "Evinde misin?" diye sordu.
"Evet," dedim.
"Olmayabilirsin."
"Daha açıklayıcı?" diye talep ettim.
İki ard arda gelen yutkunmadan sonra, "Olabileceğin başka bir yer daha var," dedi.
Bir yere yetişiyormuşum gibi hızlı yanıt verdim. "Sanmıyorum."
Duraksadı ve daha sert sesle, "Ben sanıyorum," dedi.
Ensemi kaşıyarak, "Uygunsuz bir saat," dedim.
Bunu dedikten sonra bir iki ses geldi, saate bakıyor olabileceğini düşünüp elimi karnıma koydum. “On bire geliyormuş saat. Uygunsuz, doğru..." ve ekledi. "Benim içinde mi uygunsuz?"
"Senin görmem çok umurumda olur mu sanıyorsun," diye fısıldadım, hastanede bana kurduğu cümleyi hatırlatarak.
O da hatırladı. "Olurmuş demek ki."
Adının arkasına önüne hiçbir şey getirmeden sadece, "Deren," dedim, yakınarak.
"Benim seni görmem için de mi uygunsuz?"
Gözlerimi kapalı tuttum. "Özellikle senin beni görmen için."
"Karmen," dedi ve adımı ilk kez farklı söyledi. Sandım ki buz gibi kalbime doğru sıcak bir bıçak girdi. "Yeniköy sahildeyim, kızımın kaybolduğu yerde."
"Yanına kimi çağırdığını bilmiyorsun," dedim.
"Neden, mafyanın kızı olmanı korkutucu bulacağımı mı düşünüyorsun? Yer altı dünyasından çok fazla adamla çalıştım, on yıldır korumalık yapıyorum Karmen." Çakmak sesi duyduğuma emindim. "Ben kimseden korkmam."
"Üç tane abim var." Bu göz korkutucu olur belki...
"Koruma arıyorlarsa tanışabiliriz."
Deren'in evimizde korumalığını yapacağını düşünmek komik geldi. Dudağımı büküp bir şey demeden bunu düşünürken, sigara içişini hattın ucunda dinledim. İki de bir sustuğum için belki de, sonraki saniyelerde, "Her neyse," dedi soğuk bir sesle. Kapı sesini duydum, çarpmış gibiydi. "Ne söyleyeceğini duymak için aramıştım, eğer diyeceklerin bu kadarsa..."
"Bu kadar," diyerek telefonu kapattım ve telefonumun kapandığı an Nil kapıyı açarak, "Kaymen," dediğinde gözlerim kocaman oldu. Sesi yüksekti ve tam o an telefonu kapatmamış olsaydım Deren'de duyacaktı. Hayatımın o bir saniye içinde değişmiş olabileceğini idrak ederken, Nil gelip bacaklarıma kollarını doladı. "Sen ninni biliyoy musun, Gece bilmiyormuş."
Kendimi ona odaklamaya çalıştım. "Ninni mi? Ben... evet, ninni biliyorum."
Esneyerek elimi tuttu ve beni yatağa doğru çekti. "Ninni söyle de uyuyayım."
"Nereden çıktı bu?" Dedim onu yatağa çıkarırken. Dişlerini fırçaladıktan sonra üstüne Karina'nın pijamalarından birisini giymişti. Maviydi, üzerinde bulutlar vardı.
"Babam hep anlatıyor ya, sana söylemedi mi?"
"Unutmuş olmalı," dedim, o yatağa girdiğinde de üzerini örttüm. "Hangi ninniyi söylüyordu?"
Parmağını çenesine dokundurup hatırlamaya çalıştı. "Şey... Sen ne güzel bir meleksin, sen ne güzel bir meleksin," diyerek ninni tonunda söylemeye başladı. "Güzel bir meleksin..."
Bahsettiği ninniyi bilmediğim için telefonumu çıkarıp söylediklerini arattım. Karşıma çıkan birkaç ninniye bakıp bu kelimelerin geçtiği ninniyi bulduğumda kelimelerine bakıp ona döndüm. "Bu mu acaba?"
"Hani biliyoydun?"
Hafifçe yaklaşıp o gözlerini kapattığında kısa saçlarını okşamaya başladım. Babasının yerini tutamayacağım halde, "Sen ne güzel bir meleksin," diye fısıldadım, ninni de yazdığı gibi. "Her gönülde çiçeksin, sen ne şirin bir bebeksin..." ninniyi dura dura anlatıyordum, çünkü hâlâ Türkçe'yi pürüzsüz okuyamıyordum. "Uyu uyu gözbebeğim uyu ninni. Şefkat tüten ocağım, açık sana kucağım... Ağlama yavrucağım, uyu uyu gözbebeğim uyu ninni..."
Nil'in nefesleri düzene girdiğinde ninniyi daha kısık sesle ikinci kez okudum. Uyuyakalırken gülümsediği için bu ninniyi gerçekten sevdiğini düşündüm. Kalbi odanın içinde yumuşak şekilde atarken ninniyi okumayı bitirip sessizleştim. Uykusu derinleşene kadar yanında oldum, saçını şefkatle okşadım. Yüzünü yan çevirip küçük elini çenesinin altına koyduğunda gülümsemem dudaklarımı ikiye ayırdı. Bir kez daha okşadım saçını ve odadan çıktım.
Koridorda yürüyüp salona girince Gece'nin televizyondaki haberleri izlediğini gördüm. Ekranda Edip Akşın vardı. Gece, salonun kapısında olduğumu ve elimde ceketimi tuttuğumu görünce, "Nereye?" diye sordu.
"Halletmem gereken bir şey var."
Gergin ve meraklı görünerek, "Hemen dönecek misin?" Diye sordu.
"Evet."
"Tırtıl uyudu mu?" diye sordu.
"Tırtıl?"
Gülümseyip televizyonu kapattı ve kumandayı yanına bırakıp esnedi. "Kendisi öyle dedi, tırtılmış."
Birkaç saniye dağıldım ve sonra tekrar onunla göz kontağı kurup, "Tırtıl de, mutlu olsun," dedim. "Nil uyudu, şu an uykusu derin. O uyanıp beni aramadan dönerim."
Huzursuzca baş salladı ve koltuktan kalkıp yanıma kadar geldi. Ben karşısında dururken kollarını dolayıp bana sıkıca sarıldı. Sarılışında bir korku hissettim, kaybetme korkusuna benziyordu.
Dairemden ayrılıp arabamın olduğu otoparka asansörle indim. Geç olduğu için caddeler boştu, Yeniköy'e inerken az vakit harcadım. Arabam durduğunda tam sahilin, parkın karşısındaydım. Parkın etrafında hâlâ bir sarı şerit vardı, sokak ışıklarında görebilmiştim. Deren'den önce arabasını fark edince direksiyondaki ellerimi sıktım. Arabasını sahilin kenarına çekmiş, kendisi de arabaya yaslanmıştı. Elinde içtiği bir şeyi tutuyordu, alkol olabilirdi. Yalnız ve çok yorgun, katı ve dünyadan kopmuş görünüyordu. Arabanın kapısı açıktı, belki de dışarıya yeni çıkmıştı. Tek bildiğim hâlâ burada olduğuydu ve hiçbir yere sığamadığıydı.
Caddenin karşısına geçerken onu izliyordum. Bu sırada da diğer elinin dolu olduğunu görmüştüm. Yaklaştığımda fark ettim ki, tuttuğu şey silahıydı. Onu karşıya odaklamış tutarken, diğer elindeki şişeyi kaldırıp içkisinden bir uzun yudum aldı. Soğukta üzerinde düğmelerinin yarısı iliklenmiş siyah bir gömlekten başka bir şey yoktu. Birkaç adım daha yaklaşıp kendisine yaklaşana kadar beni fark etmedi ve ancak sonra başını, elindeki silahla beraber bana çevirince kendimi namlunun ucunda buldum.
Deren gözlerini kırpıştırdı ve silahı suratımdan indirirken, kalçasını arabanın camından çekip doğruldu. "Hani gelmeyecektin?"
İndirmiş olsa da elindeki silaha bakarak, "Yollarımı gözlerdin, üzülürdüm," dedim.
"Alaycılığın, bir gönül işinin olmaması sebeplerinden birisi mi?"
Silah aşağıda olsa da namlusu hâlâ bana bakıyordu. Gelecekte de olacağı gibi. Gözlerimi silahtan ayırıp onun gözlerine bakmaya başlarken, "Her şeyi unutuyorsun, sakallarını kesmeyi bile," dedim. "Ama nedense benim söylediklerimi unutmuyorsun."
Gözleri, belki de alkollü olduğu için odaklanmakta gecikiyordu ama bakışları öyle karanlıktı ki, gözlerinin yavaşlığı bunun korkunç olmasını önlemiyordu. "Genelde adımla başlayarak söylediğin cümleleri unutmuyorum."
Bunu bir anda söylemesi karşısında nefesimi almayı bıraktım. "Neden?"
"Bilmem," derken gözlerini yüzümün daha aşağılarına çevirdi ve bir süre orada tutup önüne döndü. Dudaklarıma bakmıştı. Bir adım gidip parmaklarım birbiriyle oynarken yüzüne baktım. Gözleri kan çanağı gibiydi, göz kapakları da balon gibi şişmişti. Elinin tersiyle ağzını silerken, bir daha yandan bana sertçe baktı. "Ne için geldin?"
Bu soruya cevap vermek yerine hâlâ aşağıda duran silahına bakıp, "Onunla ne yapıyorsun?" diye sordum.
Ben sorunca o da tuttuğu silahına baktı ve silahı daha yukarıya alıp elinde tarttı. "Prova yapıyorum."
"Ne için?"
"Kızımı kaçıranı öldürmek için." Bunu söylerken silahı kaldırıp kendisi de bana baktı. Göz hizamda, bir karış ilerimde duran silaha bakarken, Deren'in gözlerini önünü alamayacağım bir kin kapladı. Parmağı tetiğin üzerine giderken bir kere bile tereddüt etmedi. "Onu böyle öldüreceğim. Tercihen alnından." Parmağını tetiğe bastı ve hayali bir kurşun silahın ucundan çıkıp alnımın ortasına saplandı. Kalbim iki kez bile atmadı, hızlanmadı. "Şerefi olmayan birisine böyle bir ölüm yakışır."
Ellerimi kaldırıp bana doğrultulmuş silahın namlusunu kavradım ve onu yüzümden aşağıya indirip, "Evet, öldüreceksin," diye fısıldadım ona. Silah hâlâ ikimizin ellerinde duruyorken ona bir adım daha yaklaşıp en hassas noktasından ele aldım durumu. "Kızını, Nil'i kaçıran, alıkoyan organ kaçakçısını yakalayacaksın değil mi Deren? O adama, senin kızına dokunmasının bedelini ödeteceksin. Polisler konuşur, çok şey söyler... Sen beni dinle, yalnız o adamın peşinde ol."
Silahı tutan eli öfkeyle titredi ve söylediklerim üzerine yüreğindeki kin büyüdü, bu kin gözlerine yansıdığında anladım. "Daha öncesinde yedi yüz elli metre uzaklıktan bir adamın alnına nişan almıştım. Bir çatının tepesindeydim, yabancı bir demokratı koruyordum. Adamın birisini kalabalığın arasında bulmuştum, elinde bir kumanda olduğunu gördüğüm an onu aşağıya indirdim, yedi yüz elli metre mesafeden... En uzak mesafeden vurduğum adamdı ve tek kurşun yetmişti. Ama o... Kızımı kaçıran o adam, en yakın mesafeden öldüreceğim adam olacak ve tek kurşun asla yetmeyecek."
Yüzlerimiz arasındaki mesafenin yakınlığına bakarken, en yakın mesafeden öldürmek istediği kişiye aslında ne kadar yakın olduğunu düşündüm.
Usulca yutkunup silahını serbest bıraktım ve gözlerimi gözlerinden aşağıya indirip yakasından içeriye giren rüzgârı takip ettim. Elimi, o hâlâ beni izliyorken gömleğinin üzerine koydum ve buz gibi olduğunu gördüğümde arabaya yaklaşıp açık kapıdan içeriye eğildim. Onun ceketini ararken radyoda kısık sesle çalan şarkıyı duyup ona baktım. "İlk kez duyuyorum bu şarkıyı, kim söylüyor?"
Yüzümden bakışlarını çekerken yutkundu ve arabaya eğilip radyodaki şarkıya kulak verdi. Benimle beraber doğrulurken de, "Aşkın Nur Yengi," dedi. "Sen tanımazsın."
Şarkının sözlerine kulak verdim ve söyleyişi hoşuma gittiği için dinlemeye devam etmek istedim. Deren, şarkıyı sevdiğimi anlamış gibi dikkatle yüzümü süzerken, "Şarkının adı mı bu?" diye sordum.
Dudağının kıvrıldığını görünce Türkçe'mle eğleniyormuş hissine kapıldım ve sinir olduğum için bakışlarım yanmaya başladı. "Yalancı Bahar," dedi. "Şarkının adı."
"Güzel," dedim. "Beğendim."
"Acaba ne anladın?" diyerek bu kez açık açık Türkçe'min yetersiz olduğunu vurguladı.
"Senin bana açık yüreklilikle sormayıp ima yaparak sorduğun soruları bile anlıyorum, bunu mu anlamayacağım?" dedim, kelimeler bir bıçak kadar keskin çıkmıştı.
Rüzgâr dudaklarımdaki nefesi alıp havaya kattı ve Deren, bir elinde silah, bir elinde viski şişesiyle beraber üzerime geldi. Silah olan elini kaldırıp yüzüme doğru yaklaştırmaya başladığını görünce gözlerim elinin bana gelişini izledi. Elinin tersini yanağıma değdirince, göğüs kafesimde ortaya çıkan alevler birleşen buz gibi tenlerimize sıçradı. Gözlerinin kısılarak kendi elinin altındaki yanağıma odaklanmasını izledim. "Açık yüreklilik?" dedi, sorarcasına. "Bu saatten sonra yalnızca kızıma..."
Böyle demesine rağmen yanağıma dokunmasının öylesine olmadığını hissettim. Boğazımdaki tükürük ve damarımın içindeki kan daha sıcaktı. Dudaklarım birbirinden ayrılınca, nefesim havada bir küçük buğu oluşturdu ve buz gibi parmaklarına dokunup geçti. Kaşlarını onaylamadığı bir şey varmış gibi çattı. "Sizin bir atasözünüz var... Büyük lokma ye, büyük söz etme."
"Tabi, onu bilmekten de eksik kalma," dedi ve sonra elini yanağımdan sertçe çekerken, silahın namlusu bir daha çeneme değdi. Yumruk yaptığım ellerimi gevşetirken, duyduğu telefon sesi dikkatini dağıttı. Viski şişesini bana uzatıp ardından cebindeki telefonunu çıkardığında, parmaklarımı viski şişesinin ağzında gezdirerek konuşmasını dinledim.
Telefonu açtığında hiçbir şey demedi, sadece karşı tarafı dinleyip silah olan elinin tersini sertçe şakağına bastırdı. "Gelirim," dedi sonra da. "Fakat fazla kalmam. Adam fırçalamak için bile zamanım yok."
Aramayı başka bir şey demeden kapatıp telefonu cebine attı ve silahını beline yerleştirirken, "Gitmem gerek," dedi.
"Nereye?"
"Hâlâ bir işim var ve bazı insanların bensiz halledemediği durumlar." Az önce verdiği viski şişesini benden geriye alırken, parmaklarımın hâlâ şişenin ağız kısmını dolaştığını gördü. Şişeyi elimden alırken kirpiklerinin altından doğru baktı.
Sert bir baş sallamayla anladığımı gösterip, "Kızın kayıpken seni meşgul etmeleri çok saçma," dedim. "Bence... Vaktini böyle şeylere harcamak yerine o adamı bulmaya harcamalısın."
"İnsanları korumak için çok fazla para alıyorum ve o parayla birçok insanı, kızımı bulması için seferber ediyorum." Tek kaşını kaldırdı. "Yeterince anlaşılır mı?"
"Milletvekilinden başka birilerinin korumalığını da mı yapıyorsun?"
"Herkesinkini yapmam. Bazen özel müşterilerim olur, geri çevirmem." Gözlerini yumup açtı, görme problemi yaşıyormuş gibi kafasını iki yana salladı. "Genellikle standartım vardır ve ücretim yüksektir."
Başımı yana eğdim. "Beni ne kadara korursun?"
Parmağını, viski şişesinin ağzında dolandırdığını görünce gözlerim birkaç saniye elini takip etti. "İş hayatını özel hayatla karıştırmam."
"Bu tuzak bir soruydu. Benim korumaya ihtiyacım yok."
"Ben seni korursam bundan hoşlanırsın," dedikten sonra çenesiyle sokağın karşısındaki arabamı gösterdi. "Hadi, arabana bindiğini göreyim."
"Yoo."
Burun kemerini sıkıp sokaktan geçen arabaya doğru baktıktan sonra, "Issız burası, fazla durma, gideceğim şimdi," dedi.
Artık kaybolmakla alakalı korkuları oluştuğu için istemsiz olarak bunu yaptığını fark ettim. Bu yüzden karşı çıkacak bir şey demek çok manasız olacaktı. Başımı çevirip Nil'i kaybettiğini sandığı parka baktım, sarı şeriti izleyip, "Her şeyin başladığı yer," dedim.
"O sarı polis şeritini her gördüğümde kanım donuyor."
Soğuk nefes burnumun içini yakarken, elimi boğazıma sarıp boğulma hissini iliklerime kadar hissettim. Deren, dudakları arasından sert bir küfür savurup arkasını dönünce de elimi hızla boynumdan çekip ona baktım. Elindeki viskiden bir yudum daha alıp şoför kapısını açtı. "Deren," dedim, cümleye ismiyle başlayarak. "Ben ne gördüğümü biliyorum. Polisler her ihbarı değerlendiriyor ama sen... sadece benim gördüklerime inan. Kızın hâlâ hayattayken o adamın peşinden git."
Omuz hizasından gözlerime bakarken yüzü gözü kin, nefret kaplıydı. "Polisler beni yanlış bir şey yapmamam için sürekli uyarıyor, sense bu öfkemi anlayabiliyorsun."
"Evet," dedim. "Kızım kaybolsaydı... Ben de senin gibi deliye dönerdim." Döndüm de. Hem de öyle lafta değil. Gerçekten deliye döndüm, o hastanede dört ay yattım. Her günü cehennem gibi geçti.
Kafasını sertçe salladı. "Eyvallah, sağ ol." Çenesiyle arabamı işaret etti. "Hadi, arabana dön de ben de gideyim."
Gözlerimi yumup açtım ve onaylayıp kaldırımdan indim, ellerimi cebime soktuğumda kurşunları hissettim ama henüz ona vermeyecektim. Ben gitmeden gitmeyeceğini anladığım için geriye doğru birkaç adım atıp arkamı döndüm, caddenin karşısına geçerken yüzümde dalgalanan saçlarımı sertçe ittim. Arabamın kapısını açıp şoför koltuğuna yerleştiğimde Deren'de arabasına binip kapısını çarptı. Dörtlülerimi yaktım ve Deren arabasını çalıştırıp park ettiği yerden çıkarken, ben de arabamı çalıştırmak için direksiyona koydum ellerimi.
Aynı saniye arabamın deri koltuğundan bir gıcırtı geldi.
Elimi, torpidodaki silahıma sadece iki saniyede uzattım ve o anda boğazıma soğuk bir metal değdi. Bir bıçağın tersi boynuma yaslanınca vücudum refleks olarak donup kaldı. Gözlerimi dikiz aynama kaldırdım ve arka koltukta oturan gölge arkama doğru yaklaşıp dikiz aynasının kadrajına girince, onun Derya olduğunu gördüm. Bana, ona baktığım dikiz aynasından bakarak, "Artık kartları açık oynamamız vakti geldi," dedi. Ve emin oldum, yaptıklarımı bildiğinden ve o kâğıdı onun yazdığından. "Nil'i senin kaçırdığını biliyorum. Ve bana yaptığın bu iyiliğin devamını bekliyorum." Gözleri alevler saçıyordu. "Nil'i alıp İtalya'ya götür, o baş belasını Nalanla Deren'in arasından sonsuza kadar kopartıp al. Yoksa... Bildiğim her şeyi polislere anlatırım."
İşte anladım, bu hikâyedeki kelimeler zamansızdı, ölüme benzerlikleri de buradan geliyordu.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...